Emir
New member
İlginç Hastalıklar Nelerdir? Bir Hikâyenin İçinden Bakmak…
Merhaba forumdaşlar,
Bugün size ansiklopedik bilgi vermek değil, bir hikâye anlatmak istiyorum. Çünkü bazen bir hastalık, sadece tıbbi bir terim değildir; bir insanın dünyasını, ailesini, hatta kimliğini yeniden şekillendirir. Bu hikâye, “ilginç hastalıklar” denince sadece garip semptomlardan değil, insanın içsel dayanıklılığından da bahseder.
Hikâyenin Başlangıcı: Ayşe ve Murat
Ayşe otuz iki yaşında bir öğretmendi. Dünyayı empatiyle anlamaya çalışan, öğrencilerinin her bakışında farklı bir hikâye gören bir kadındı. Eşi Murat ise mühendis, mantık insanıydı; çözüm odaklı, planlı, stratejik düşünen biri. Birlikte yaşamın küçük ayrıntılarında bile birbirlerini dengeleyen bir çifttiler: Ayşe duygusal sezgileriyle, Murat akılcı yönüyle hayatın iniş çıkışlarını birlikte taşırdı.
Ama bir sabah, Ayşe aynada kendi gözlerine baktığında, tanıdık olmayan bir yüz gördü. Gözlerinin biri kahverengi, diğeri maviydi. Önce şaka sandı, sonra Murat’a gösterdi. Murat hemen internete daldı; “Heterokromi” diye bir terim buldu. Göz renginin değişmesi, genellikle zararsız bir durumdu ama bazen “Waardenburg Sendromu” gibi genetik bozukluklarla da ilişkilendirilebiliyordu.
Tanı: Nadir Bir Gerçeklik – Alice in Wonderland Sendromu
Göz rengi değişikliği, hikâyenin sadece başlangıcıydı. Günler geçtikçe Ayşe, çevresindeki eşyaların boyutlarını yanlış algılamaya başladı. Bir sabah kahve fincanı ona devasa göründü, ertesi gün masası minicik. Başta stres sandı. Ama sonra odanın duvarları bile nefes alıyor gibi geldi. Doktora gittiklerinde, nöroloğun yüz ifadesi ciddileşti.
Tanı: “Alice in Wonderland Sendromu.”
İsmi masalsı ama etkisi hiç de öyle değildi. Bu nadir nörolojik hastalıkta, beynin görsel algı merkezi gerçekliği olduğundan farklı yansıtıyordu. İnsan kendini bazen küçülmüş, bazen devleşmiş hissediyordu. Gerçeklik, tıpkı rüya gibi bükülüyordu.
Murat’ın Mantığı, Ayşe’nin Duygusu
Murat bunu “çözülmesi gereken bir problem” gibi ele aldı. Bilimsel makaleler okudu, beslenme düzenini inceledi, ilaç araştırdı.
Ayşe ise bu hastalığı “hissetti.” Korku, utanç, çaresizlik… Zihninin kendi oyunlarına inanmakla savaşmak arasına sıkıştı.
Bir gün Ayşe, Murat’a şöyle dedi:
“Ben artık neyin gerçek olduğunu bile bilmiyorum.”
Murat cevap verdi:
“Gerçek sensin, gerisi geçici. Benim işim, seni o gerçeğe geri döndürmek.”
Erkeklerin stratejik zekâsı ve kadınların duygusal derinliği, burada birbirine yaslandı. Biri çözüm aradı, diğeri anlam. Ve belki de hastalığın en büyük tedavisi, o dengeydi.
Forum Sorusu: İlginç Hastalık mı, İlginç İnsan mı?
Bu noktada kendi kendime sordum — ve şimdi size de soruyorum:
Bir hastalığı ilginç kılan şey, belirtileri midir yoksa insanın ona verdiği tepki mi?
Çünkü Ayşe’nin hikâyesi, “Alice in Wonderland Sendromu” kadar başka hastalıklarla da benzeşiyor.
Mesela “Yabancı El Sendromu” diye bir durum var; kişi, kendi elinin kontrolünü kaybediyor. El, istemsizce hareket ediyor, bazen sahibine zarar verecek kadar.
Ya da “Cotard Sendromu” — insanın kendini ölü sandığı, bedeniyle bağı koptuğu bir psikoz hali.
“Exploding Head Syndrome” var; kişi uykuda dev bir patlama sesi duyuyor ama ortada hiçbir şey yok.
Bu hastalıklar belki tıp kitaplarında nadir görülür ama insani olarak hepimizin içinde yankılanan bir tarafı var: “Kendini kaybetme korkusu.”
Empati ve Analiz Arasında Bir Köprü
Ayşe’nin hikâyesinde beni en çok etkileyen şey, Murat’ın başta her şeyi “düzeltilebilir bir hata” olarak görmesi, ama sonra anlamaya başlamasıydı.
Bir gece Ayşe ona, “Bazen senin yüzünü bile tanıyamıyorum, ama sesin beni dünyaya döndürüyor,” dediğinde, Murat’ın tüm bilimsel mantığı sessiz kaldı.
İşte o an, çözüm arayışından anlayışa geçildi.
Erkeklerin stratejik yönü, çözüm üretmeye; kadınların empatik yönü, duyguyu taşımaya odaklanır. Ama hayatın zor sınavlarında asıl mucize, bu iki yönün birleştiği yerdedir. Murat’ın planları olmasa Ayşe kaybolurdu, Ayşe’nin duygusu olmasa Murat anlamı kaybederdi.
İlginç Hastalıklar, İlginç Hayatlar
Bu hikâyeden sonra farklı örnekler okudum:
• “Körlük Histerisi” – gözleri sağlam olmasına rağmen psikolojik nedenlerle görme kaybı yaşayan insanlar.
• “Prosopagnozi” – yüz tanıyamama hastalığı; kişi en yakınının bile yüzünü algılayamıyor.
• “Misofoni” – belirli seslere karşı aşırı öfke veya panik hali.
• “Kapgras Sendromu” – sevdiklerinin yerine “benzer görünen yabancıların” geçtiğine inanmak.
Bunların her biri, beynin küçük bir sapmasından doğuyor ama insani anlamda evrenin kırılması gibi. Bizi biz yapan algılar, duygular, kimlikler… Bir anda çözülüyor.
Ve işte o anda, insanın en büyük ilacı yine başka bir insan oluyor.
Ayşe’nin Son Cümlesi
Aylar süren tedaviden sonra Ayşe’nin algı bozuklukları azaldı ama tamamen geçmedi.
Bir akşam gün batımına bakarken Murat’a döndü:
“Artık dünyanın tam olarak nasıl göründüğünü bilmesem de, onun hâlâ güzel olduğuna inanıyorum.”
Bu cümle bana şunu düşündürdü:
Belki de “ilginç hastalıklar”, evrenin bize insan olmanın kırılganlığını hatırlattığı şekiller.
Ve belki de her birimizin zihninde, kendi “küçük sendromlarımız” var; sadece teşhis edilmemiş hâlde.
Forumdaşlara Soru:
Siz olsaydınız Murat gibi çözüm mü arardınız, yoksa Ayşe gibi anlamaya mı çalışırdınız?
Bir hastalığın karşısında “mantık” mı, “duygu” mu sizi ayakta tutardı?
Ya da şöyle sorayım:
Sizce “ilginç hastalıklar” gerçekten vücudun bir hatası mı, yoksa insan ruhunun farklı bir dili mi?
Hadi yazın, çünkü bu konu sadece tıbbi değil, insani.
Ve belki de cevaplar, birbirimizin hikâyelerinde saklı.
Merhaba forumdaşlar,
Bugün size ansiklopedik bilgi vermek değil, bir hikâye anlatmak istiyorum. Çünkü bazen bir hastalık, sadece tıbbi bir terim değildir; bir insanın dünyasını, ailesini, hatta kimliğini yeniden şekillendirir. Bu hikâye, “ilginç hastalıklar” denince sadece garip semptomlardan değil, insanın içsel dayanıklılığından da bahseder.
Hikâyenin Başlangıcı: Ayşe ve Murat
Ayşe otuz iki yaşında bir öğretmendi. Dünyayı empatiyle anlamaya çalışan, öğrencilerinin her bakışında farklı bir hikâye gören bir kadındı. Eşi Murat ise mühendis, mantık insanıydı; çözüm odaklı, planlı, stratejik düşünen biri. Birlikte yaşamın küçük ayrıntılarında bile birbirlerini dengeleyen bir çifttiler: Ayşe duygusal sezgileriyle, Murat akılcı yönüyle hayatın iniş çıkışlarını birlikte taşırdı.
Ama bir sabah, Ayşe aynada kendi gözlerine baktığında, tanıdık olmayan bir yüz gördü. Gözlerinin biri kahverengi, diğeri maviydi. Önce şaka sandı, sonra Murat’a gösterdi. Murat hemen internete daldı; “Heterokromi” diye bir terim buldu. Göz renginin değişmesi, genellikle zararsız bir durumdu ama bazen “Waardenburg Sendromu” gibi genetik bozukluklarla da ilişkilendirilebiliyordu.
Tanı: Nadir Bir Gerçeklik – Alice in Wonderland Sendromu
Göz rengi değişikliği, hikâyenin sadece başlangıcıydı. Günler geçtikçe Ayşe, çevresindeki eşyaların boyutlarını yanlış algılamaya başladı. Bir sabah kahve fincanı ona devasa göründü, ertesi gün masası minicik. Başta stres sandı. Ama sonra odanın duvarları bile nefes alıyor gibi geldi. Doktora gittiklerinde, nöroloğun yüz ifadesi ciddileşti.
Tanı: “Alice in Wonderland Sendromu.”
İsmi masalsı ama etkisi hiç de öyle değildi. Bu nadir nörolojik hastalıkta, beynin görsel algı merkezi gerçekliği olduğundan farklı yansıtıyordu. İnsan kendini bazen küçülmüş, bazen devleşmiş hissediyordu. Gerçeklik, tıpkı rüya gibi bükülüyordu.
Murat’ın Mantığı, Ayşe’nin Duygusu
Murat bunu “çözülmesi gereken bir problem” gibi ele aldı. Bilimsel makaleler okudu, beslenme düzenini inceledi, ilaç araştırdı.
Ayşe ise bu hastalığı “hissetti.” Korku, utanç, çaresizlik… Zihninin kendi oyunlarına inanmakla savaşmak arasına sıkıştı.
Bir gün Ayşe, Murat’a şöyle dedi:
“Ben artık neyin gerçek olduğunu bile bilmiyorum.”
Murat cevap verdi:
“Gerçek sensin, gerisi geçici. Benim işim, seni o gerçeğe geri döndürmek.”
Erkeklerin stratejik zekâsı ve kadınların duygusal derinliği, burada birbirine yaslandı. Biri çözüm aradı, diğeri anlam. Ve belki de hastalığın en büyük tedavisi, o dengeydi.
Forum Sorusu: İlginç Hastalık mı, İlginç İnsan mı?
Bu noktada kendi kendime sordum — ve şimdi size de soruyorum:
Bir hastalığı ilginç kılan şey, belirtileri midir yoksa insanın ona verdiği tepki mi?
Çünkü Ayşe’nin hikâyesi, “Alice in Wonderland Sendromu” kadar başka hastalıklarla da benzeşiyor.
Mesela “Yabancı El Sendromu” diye bir durum var; kişi, kendi elinin kontrolünü kaybediyor. El, istemsizce hareket ediyor, bazen sahibine zarar verecek kadar.
Ya da “Cotard Sendromu” — insanın kendini ölü sandığı, bedeniyle bağı koptuğu bir psikoz hali.
“Exploding Head Syndrome” var; kişi uykuda dev bir patlama sesi duyuyor ama ortada hiçbir şey yok.
Bu hastalıklar belki tıp kitaplarında nadir görülür ama insani olarak hepimizin içinde yankılanan bir tarafı var: “Kendini kaybetme korkusu.”
Empati ve Analiz Arasında Bir Köprü
Ayşe’nin hikâyesinde beni en çok etkileyen şey, Murat’ın başta her şeyi “düzeltilebilir bir hata” olarak görmesi, ama sonra anlamaya başlamasıydı.
Bir gece Ayşe ona, “Bazen senin yüzünü bile tanıyamıyorum, ama sesin beni dünyaya döndürüyor,” dediğinde, Murat’ın tüm bilimsel mantığı sessiz kaldı.
İşte o an, çözüm arayışından anlayışa geçildi.
Erkeklerin stratejik yönü, çözüm üretmeye; kadınların empatik yönü, duyguyu taşımaya odaklanır. Ama hayatın zor sınavlarında asıl mucize, bu iki yönün birleştiği yerdedir. Murat’ın planları olmasa Ayşe kaybolurdu, Ayşe’nin duygusu olmasa Murat anlamı kaybederdi.
İlginç Hastalıklar, İlginç Hayatlar
Bu hikâyeden sonra farklı örnekler okudum:
• “Körlük Histerisi” – gözleri sağlam olmasına rağmen psikolojik nedenlerle görme kaybı yaşayan insanlar.
• “Prosopagnozi” – yüz tanıyamama hastalığı; kişi en yakınının bile yüzünü algılayamıyor.
• “Misofoni” – belirli seslere karşı aşırı öfke veya panik hali.
• “Kapgras Sendromu” – sevdiklerinin yerine “benzer görünen yabancıların” geçtiğine inanmak.
Bunların her biri, beynin küçük bir sapmasından doğuyor ama insani anlamda evrenin kırılması gibi. Bizi biz yapan algılar, duygular, kimlikler… Bir anda çözülüyor.
Ve işte o anda, insanın en büyük ilacı yine başka bir insan oluyor.
Ayşe’nin Son Cümlesi
Aylar süren tedaviden sonra Ayşe’nin algı bozuklukları azaldı ama tamamen geçmedi.
Bir akşam gün batımına bakarken Murat’a döndü:
“Artık dünyanın tam olarak nasıl göründüğünü bilmesem de, onun hâlâ güzel olduğuna inanıyorum.”
Bu cümle bana şunu düşündürdü:
Belki de “ilginç hastalıklar”, evrenin bize insan olmanın kırılganlığını hatırlattığı şekiller.
Ve belki de her birimizin zihninde, kendi “küçük sendromlarımız” var; sadece teşhis edilmemiş hâlde.
Forumdaşlara Soru:
Siz olsaydınız Murat gibi çözüm mü arardınız, yoksa Ayşe gibi anlamaya mı çalışırdınız?
Bir hastalığın karşısında “mantık” mı, “duygu” mu sizi ayakta tutardı?
Ya da şöyle sorayım:
Sizce “ilginç hastalıklar” gerçekten vücudun bir hatası mı, yoksa insan ruhunun farklı bir dili mi?
Hadi yazın, çünkü bu konu sadece tıbbi değil, insani.
Ve belki de cevaplar, birbirimizin hikâyelerinde saklı.